Türk Futbolu: KURULUŞ


Türk Futbolu: KURULUŞ

14 Temmuz 1922

Sporun tek bir çatı altında toplanması amacıyla Ali Sami Yen başkanlığında, Türk İdman Cemiyetleri İttifakı(TİCİ) kuruldu. Çalışmalara başlandı ve futbol dahil bazı branşlar da olmak üzere, Türk sporunda birlik oluşturulmak istendi.


Artık cumhuriyet ilan edilmiş, Türkiye, her alanda devrimlere başlamıştı.
Ulu önderimiz, bu yeni dönemde spor üzerine de çeşitli fikirlere sahipti. Bunlar, sporun ülkede yayılmasını sağlamak, gelecek nesillerin zihinsel ve fiziksel olarak, savaş sonrası döneme hazırlanması üzerineydi.Ve spor üzerine atılımlar başladı.

Atatürk'ün emriyle devlet, TİCİ bütçesine yardımda bulunarak, çıkarılan 170 no'lu karar ile TİCİ'yi kamu yararına çalışan dernek olarak kabul etti. Bu karar Türk sporu ve olimpizmi için ciddi bir basamak oldu.

18 Şubat 1936

Carl Diem, Almanya adına 1936 Berlin Olimpiyatları'nın organizatörü olarak görev alacaktı.
Yıllarca sporun içerisinde görev alan, spor organizasyonları üzerine fikirler üreten, geliştiren ve bunların uygulanmasını bizzat sağlayan bir spor adamı oldu.
Alman sporuna hem ikinci dünya savaşı öncesinde, hem de ikinci dünya savaşı sonrasında üstün yetkilerle yön verdi.

Carl DiemAtatürk'ün ricasıyla Türkiye'ye geldi. Ülkemizin o yıllardaki spor organizasyonlarını tahlil eden Diem, yapılması gerekenler üzerine bir rapor hazırladı. Sporun devlet desteğinden bağımsız olarak yönetilmesinin yanlış olduğunu belirtti. Atatürk de bu minvalde sporun sadece bir eğlence değil, zorunluluk olduğu kanısındaydı.
Meclis de alınan karar ile Türk İdman Cemiyetleri İttifakı kapatıldı ve yerine Türk Spor Kurumu(TSK) kuruldu. 

Türk Spor Kurumu, iktidar partisi CHP'ye bağlanarak, yarı resmi olarak görevini yerine getirmeye  başladı. TSK'nın partiye bağlanması ile birlikte, spor adamlarının tasfiyesi sağlanarak, siyasilerin spor üzerinde kontrolü egemen oldu.
Spor, siyasilerin eline geçince amacından saptı ve Atatürk bundan rahatsız oldu. Sporun devlet kontrolü altında, siyasetten bağımsız olarak yönetilmesi gerektiğini yineledi ve  Carl Diem'den tekrar bir rapor hazırlamasını istedi.
Bu adım karşılık buldu ve spor, yeni bir döneme girdi.

29 Haziran 1938

Carl Diem'in yeni raporu da göz önüne alınarak; Türk Spor Kurumu yerine Beden Terbiyesi Genel Müdürlüğü kuruldu. Spor ve spor organizasyonları artık devlet tarafından yönetilecek ve finanse edilecekti. Önceleri olduğu gibi yine yenilikçi spor politikaları uygulanılacak, takipçisi olunacaktı.

Bu arada sporu ulusal anlamda zorunlu kılan Atatürk, birçok alanda olduğu gibi yine bu düşünceyi ilk uygulayan lider olarak tarihe geçti.

Spor, devlet kontrolünde bir düzen içerisine girdi. Yeni sistemde yöneticiler, resmi devlet atamasıyla görevlerini sürdürdü. Olimpiyatların amatör ruhu gözetilerek hem olimpik anlamda, hem de spor branşları özelinde çalışmalara başlandı.
1938 yılından itibaren Futbol Federasyonu başkanlığı da devlet atamasıyla gerçekleşti. Sporun devlet tekeline geçtiği bu dönemde futbolun da tek hakimi devlet oldu.

Türk Futbolu

1923 yılında TİCİ'nin Türk sporunun gelişimi üzerine düzenlediği toplantılarda Yusuf Ziya Öniş başkanlığında " Futbol Heyet-i Müttehidesi " kuruldu.
İlk Türk Futbol Federasyonu olarak tarihe geçti.
21 Mayıs 1923 tarihinde FIFA tarafından kabul gördü.
Türk Milli Takımı, ilk milli maçını cumhuriyetin ilanından 3 gün önce oynadı.
26 Ekim 1923 tarihindeki karşılaşma Romanya ile 2-2'lik beraberlik ile sonuçlandı.
Milli takımımız, Romanya karşılaşmasına Ali Sami Yen kontrolünde çıktı. Bu vesileyle, kendisi Milli takımın ilk teknik sorumlusu olarak tarihe geçti.

Zeki Rıza Sporel, Türk Milli Takımı adına ilk gol atan futbolcu olarak tarihe adını yazdırdı.

Yeni dönem ile birlikte Türk Milli Takımı, 1924 Paris Olimpiyatları'na katıldı. Hazırlık sürecinde İskoç futbol adamı Billy Hunter'ı göreve getirdi.
Billy Hunter, Türkiye'ye gelen ilk yabancı antrenör olarak tarihe geçti. 
1924 Paris Olimpiyatları'nda Milli Takım, Çekoslovakya ile karşılaştı ve 5-2 mağlup ayrıldı. 
Bu maç Türk Milli Takımı'nın ilk yurtdışı karşılaşması olarak da tarihe geçti.
1924 yılında Finlandiya karşısında alınan 4-2'lik sonuç, Milli takımın ilk galibiyeti oldu.

İskoç Billy Hunter'dan sonra Milli takımımız yine yurt dışından 'yardım satın alma' yoluna gitti. Macar ve İngiliz antrenörlere kapılar açıldı.
Kimisi uzun yıllar futbolumuza yön verirken, kimisi de kısa sürede kovuldu. Hatta durum öyle bir hale geldi ki, Macar antrenör İgnac Molnar, Milli takımımızda sadece 1 ay gibi kısa bir süre görev alabildi. 
Sonraları için ise durum daha da kötüye gidecekti. 
İgnac Molnar'dan sonra özellikle yerli antrenörlerimiz çok daha kısa sürelerde şans buldu.


1950 Dünya Kupası - Brezilya
Milli Takım, Brezilya'da düzenlenecek olan 1950 Dünya Kupası'na katılmaya hak kazandı. Ama dönemin ekonomik şartları Brezilya'ya gitmeye elverişli değildi. Ve böylelikle ilk turnuvamıza katılmayı ekonomik sebeplerden dolayı kaçırdık.

Yazı-Tura ile Dünya Kupası

1954 Dünya Kupası Elemeleri, Türk Futbol tarihi için çok farklı bir olaya tanıklık etti. Elemelerdeki rakibimiz İspanya oldu. İlk maçı 4-2 kaybettik. Rövanşta 1-0 galip gelerek, şansımızı 3. maça taşıdık. O dönemlerde deplasman gol averajı kuralı uygulanmadığı için, tarafsız bir sahada 3. maç düzenlenmesi uygun görüldü. Maç 2-2'lik beraberlikle sonuçlandı. Yine o sıralarda uzatma ve penaltı kuralları yürürlülükte değildi. Maçın kazananını ve böylelikle turnuvaya katılan tarafı yazı-tura usulü belirleyecekti. Şans bu defa bizden yana oldu ve turnuvaya katılma hakkını elde ettik.
Bu Türk Futbolu için, o zamana kadar ki en büyük başarı oldu.

1954 Dünya Kupası'na, gruplardan çıkamayarak veda ettik. Bu turnuva tarihimize, katıldığımız ilk büyük turnuva olarak geçti.


-FIFA, Türkiye'nin 1958 Dünya Kupası elemelerine Avrupa yerine, Asya/Afrika gruplarından katılmasına karar verdi. Bu kararı protesto eden federasyon, Milli takımın turnuvayı boykot ettiğini duyurdu.

-1962 Dünya Kupası'nda bu karar değişse de, elemelerde başarısız olduk.
(Milli takımımız, 2002 Dünya Kupası'na kadar, bu turnuvaya katılım sağlayamadı.)

Profesyonel Bir Ulusal Lig

1924 yılından sonra Ulusal çapta çeşitli şampiyonalar düzenlendi.
1959 yılından itibaren de " Milli Lig " adıyla federasyon tarafından Türkiye Profesyonel ligi kuruldu.
Milli Ligin ilk şampiyonu Fenerbahçe oldu.
1963-1964 sezonunda ismi " Türkiye Ligi "
1965-1966'da " Türkiye Birinci Ligi "
2001-2002'de " Türkiye Süper Ligi " olarak isim değişikliğine gitti.


Hasan Polat ve sonrasında göreve gelen Orhan Şeref Apak başkanlığındaki federasyon, aldığı karar ile kulüplere genç takım kurma zorunluluğunu getirdi.
Bu dönemde Genç Milli takımlar da kuruldu.
Yine 60'lı yıllarda başlayan antrenörlük kursları ile Türk Futbolu gelişim sürecine devam etti.

Milli Takım'da, 60'lı yıllarda Adnan Süvari ile başlayan yerli antrenöre görev verme projesi, 1990'da göreve gelen Sepp Piontek'e kadar devam etti.
1966-1990 yılları arasında 24 yıl boyunca Milli Takım'da Türk antrenörler görev aldı.
(1 Maç Nicolae Petrescu, 2 Maç Kalman Meszöly)

Bu arada 1962 yılında da UEFA, Türkiye'nin tam üye olmaya hak kazandığını açıkladı.

70'li yıllara gelindiğinde Türk Futbolu yine gelişimine devam etti.
1959'dan beri Galatasaray, Fenerbahçe, Beşiktaş arasında geçen şampiyonluk yarışına bu defa Trabzonspor girmeyi başardı.
70'lerde ki Trabzonspor şampiyonlukları, futbolun ülkeye daha da yayılmasını sağladı ve bu yayılım katlanarak devam etti.

Tam Bağımsız Türk Futbolu

80'li yıllarda merhum Turgut Özal liderliğinde başlayan ekonomik,siyasi ve sosyal değişim Türkiye'yi yeni bir döneme taşıdı.
Yine bu dönemde de sportif atılımlar arttırıldı.
Turgut Özal öncülüğünde spor, büyük bir değişime uğradı. Birçok spor branşında yenilikler oldu.
Ülkemiz yeni ve modern spor tesislerine kavuştu.
Yine bu dönemde, Naim Süleymanoğlu gibi büyük bir sporcu Türkiye adına yarışmalara katıldı ve büyük başarılar elde ederek tarihe geçti. 

Turgut Özal, Türk Futbolunun gelişimine de büyük bir katkıda bulundu. Gerçek anlamda kurumsallığın ilk adımları onun döneminde gerçekleşti. 

Profesyonel Futbol Yasası " onun çabaları ile yürürlülüğe girdi. 

1992 yılında çıkarılan kanun ile Futbol Federasyonu özerkliğine kavuştu. Devlet, futbolun yönetimini kendisinden bağımsız olarak yapacak olan Türkiye Futbol Federasyonu'nun önünü açtı. 
TFF'nin bağımsız bir kuruluş olmasından sonra, Türkiye Futbol Federasyonu başkanı seçim ile göreve gelmeye başladı.
TFF'nin seçim ile göreve gelen ilk başkanı Şenes Erzik oldu. 
Şenes Erzik'in görev gelmesiyle birlikte Türk Futbolu, yönetimsel anlamda profesyonellik kazanmaya başladı. Şenes Erzik öncülüğünde UEFA ve FIFA ile bu profesyonel ilişkiler geliştirildi.


90'lı yıllar, dünya futbolunu da değişime uğrattı. Spor pazarlamasının etkin olarak kullanıldığı dönemlerdi. Dünya futbolu evrime uğrarken, kulüpler altyapı ve profesyonelliğin ciddiyetinin farkına vardı.
Yeni dönemde " yayın hakları " kavgası ortaya çıktı ve kulüpler gelirlerini arttırabilmenin yolunu yayın haklarında buldu. Özellikle 1996'da kabul edilen " havuz sistemi " kulüplerin yayın gelirlerini etkiledi. Çeşitli sponsorluk anlaşmaları da bu dönemde daha çok ön plana çıktı.

Sonraları dünya futbolundaki bu değişim ve gelişim " Endüstriyel Futbol " adıyla anılmaya başlandı.


1990'da Milli takımın başına Sepp Piontek geçti.
Piontek döneminde Milli takım başarısız bir performans sergilese de, Türk futbolu için yeni bir sayfa açıldı.
Piontek, yardımcısı olarak Fatih Terim'i seçti.
Terim, aynı zamanda 21 yaş altı Milli takımından sorumluydu.
1991 Akdeniz Olimpiyatları'nda Milli takım, finale yükselme başarısı gösterdi. Finalde Yunanistan'a mağlup olmuş olsa da, Türk futbolu adına gelecek için umut ışığı oldu.
Bir sonraki yıl, Serpil Hamdi Tüzün önderliğindeki Genç Milli takımımız, 1992 Gençler Avrupa Şampiyonası'nı kazanarak tarihe geçti.
1993 Akdeniz Olimpiyatları'nda, finalde Fransa'yı devireren Milli takımımız şampiyon oldu.
1994 yılındaki Gençler Şampiyonası'nda da şampiyonluğu elde etti.
Bu başarılar, yeni kurulan sistemin ilk meyveleri olarak tarihe geçti.

1993'te Piontek sonrası Fatih Terim, Milli Takım'ın başına geçti.
1996 Avrupa Şampiyonası Elemeleri'ni geçerek, tarihimizde ilk kez Avrupa Şampiyonası'na katılma heyecanını yaşadık. Şampiyonadaki tecrübesizlik, gruplarda başarısız performans sergilenmesine neden oldu.

Milli takımımız, 2000 Avrupa Şampiyonası'na Mustafa Denizli ile birlikte katılmayı başardı. Milliler, çeyrek finale ulaşarak yine tarih yazdı.

2002 Dünya Kupası'nda, 90'lardan başlayan bu jenerasyon dünyaya kendini kanıtladı.
Şenol Güneş yönetimindeki Milliler, 2002 Dünya Kupası'nda yarı finale yükselme başarısı gösterdi.
üçüncülük ile turnuvayı kapatırken, tüm dünya Türk oyuncuları konuştu...

2003 Konfederasyon Kupası'nda Şenol Güneş ile Milli Takım, yine üçüncülük elde ederek tarihe geçti.

Milli takımımız, 2008 Avrupa Futbol Şampiyonası'na Fatih Terim ile katıldı. Milliler, yine büyük bir başarıya imza atarak yarı finale yükseldi. Artık hem Avrupa Şampiyonası'nda, hem de Dünya Kupası'nda yarı finale ulaşabilmiş olduk.

2016 Avrupa Futbol Şampiyonası'na da yine Fatih Terim ile katıldık. Başarısız bir performans göstererek, gruplardan çıkamadık. Bu bizim için toplamda dördüncü Avrupa Şampiyonası macerası oldu.

2020 Avrupa Futbol Şampiyonası Elemeleri'ni, Şenol Güneş öncülüğünde başarıyla geçtik ve turnuvaya katılım hakkı elde ettik.

Değerlendirme

Atatürk liderliğinde başlayan spor atılımları, yıllara yayarak bakıldığında - bazı dönemler hariç -, karşılığını bulmuştur. 
Bir sistem kurmak ve bunun karşılığını alabilmek, zaman kavramıyla alakalıdır.
Eğer doğru sistemi kurduğunuza inanıyorsanız, taşların zamanla yerine oturacağını da bilmelisiniz. 
Türk Futbolu, modern anlamda özellikle 80'ler sonu ve 90'lar başındaki atılımların karşılığını 15 yıl boyunca almıştır.
O dönemde yetiştirilen jenerasyon, ülkenin gelecekte de bu sistemden faydalanabileceğini göstermiştir.

Türk Futbolu'nu; Kuruluş, gelişim, altyapı ve Milli takım özelinde konuştuk.
Peki ya sizce; 
Ülkemizde futbolda bunca gelişme olurken, Türk kulüpleri bunlardan nasıl etkilendi ?
Eğer sizde bu sorunun cevabını merak ediyorsanız, bir sonraki yazıda;
Görüşmek üzere...





İspanya denizlerinde bir Türk gemisi; LOS TURCOS!


Aslına bakarsanız, "LOS TURCOS" lakabı İspanya'da Deportivo La Coruña taraftarları için kullanılır.

Barbaros Hayrettin Paşa, Osmanlı İmparatorluğu'nun fırtına gibi estiği yıllarda Akdeniz kıyılarında, İspanyol halkına yapılan zulümlere karşılık vermiş ve birçok Endülüslüyü zulümlerden kurtarmıştı. Özellikle Galicia bölgesindeki halk, Barbaros'a büyük destek vermiş ve bundan dolayı, hemen yanındaki Vigo kentinin sakinleri çok öfkelenmişti. Türklere yardım etmekten dolayı suçladıkları La Coruña halkına, kendilerince küçük düşürücü gördükleri " LOS TURCOS " yani TÜRKLER lakabını takmışlardı. Buna karşılık Deportivolular ise Vigolulara Portekiz'e yakınlıklarından dolayı " PORTEKİZLİLER " demeye başlamıştır.

Bu rekabet futbola yansımış, yıllardan beri süre gelen Deportivo-Celta Vigo derbisi günümüze kadar uzanmıştır.

Türkler lakabından gurur duyan Deportivolular, hemen hemen her maçta Türk bayrağı açmaya devam ediyor. Hatta 10 Kasımda Atatürk'ü anmayı da unutmuyorlar.

    

İspanya futbolunun göbeğinde Türkiye'den bahsedilmesi kimilerine çok şaşırtıcı gelebilir.

İspanya Futbolu'nun Değişimi


İspanya futbolunun oyun mantalitesi, yapısı 90'larda Johan Cruyff ile beraber değişime uğradı.
Rinus Michels'in fikir babalığını yaptığı Total Futbol'u yeni çağa uyarlamayı başaran Cruyff ve varisi Pep Guardiola, hem Barcelona, hem de İspanya futbolunun bugününü ve geleceğini inşaa etti.

Önceleri fiziki mücadelenin ve sonuç odaklı futbol düşüncesinin yüksek olduğu La Liga, Cruyff'un oyuna farklı bir bakış açısı getirmesiyle, daha çok teknik ağırlıklı oyunlara ve planlara dönüştü. Sonuç odaklı futbol anlayışı, "oynayarak sonuç alma" mantalitesine dönüşünce, İspanya Futbolu yükselişe geçti.

La Masia'nın kuruluşuyla başlayan altyapı yatırımları da zamanla meyvesini vermeye başladı. Ulusal oyun anlayışına uygun yetişen yeni jenerasyon İspanyollar, önce kendi liglerinde, sonraları da Avrupa'da tozu dumana kattı.
Bu yatırımdan en çok ülke milli takımı faydalandı ve önce Avrupa, sonra Dünya şampiyonluğu geldi.

Futbol endüstrisinin tepesinde Premier Lig ile beraber yer alan La Liga, dünyanın en değerli liglerinin arasına girdi.

Futbolun Ortak Dili: Türkiye-İspanya


Türk Futbolu sadece son dönemde değil, yıllardan beri Avrupa'ya oyuncu ihraç etmeye devam etti.Ama transfer verilerinde çok ilginç bir durum var.
Türk futbolcuların büyük bir çoğunluğu İspanya futboluna geçiş yapıyorlar.Ya da başka bir deyişle İspanyol futbol yöneticileri, Türk oyuncularını liglerine tercih ediyor.

Peki bunun sebebi ne?

Türkiye ile İspanya'nın Akdeniz ikliminde bulunması, insanların yaşayış tarzları, kültürlerine bağlılıkları ve ülkede azımsanmayacak kadar Müslüman'ın bulunması gibi toplumun yapısını oluşturan temel etmenler açısından benzerlikleri görebilmek mümkün.Türk insanlarının İspanya'ya adaptasyon süresinin, diğer ülkelerdeki yaşamlarına göre daha kısa olduğu hep söylenir.

Tabii birçok toplumsal nedeni olmakla birlikte, futbol açısından Türk futbol yapısının, Avrupa ülkeleri arasında en çok İspanya'ya benzediğini söyleyebiliriz.
Türk taraftarları gibi İspanyol taraftarlarının da takımlarına bağlılığı tartışılmaz bir gerçek.Bir sonraki hafta oynanacak olan Real Madrid - Barcelona (El Clasico) derbisinin ateşi, ülkeyi o hafta kasıp kavuruyor.Bize de Türk derbilerini hatırlatıyor.

2000'de Galatasaray, UEFA Kupası'na uzanan yolunda, zamanının güçlü İspanyol takımı Mallorca'yı da saf dışı etmişti. Sonraları da Avrupa Süper Kupası finalinde Real Madrid'i mağlup ederek kupaya sahip olmuştu. Bununla başlayan süreçte İspanyolların dikkati Türk futbolcuların üzerine döndü.
Türk oyuncularının İspanya şartlarında takımlarına çabuk uyum sağlayabilmesi, oyunun temel özelliklerini taşıyarak gelişime açık olmaları, takım olma olgusundaki sağlam karakterleri, özellikle son dönemde Türk futbolcularının modern futbola teknik anlamda uyum sağlayabilmesi gibi çeşitli sebeplerden dolayı İspanyol kulüpleri tarafından tercih edilme sebebi oldular.
Geçmişten günümüze birçok Türk futbolcusu İspanya futbolunda boy göstermeyi başardı.
İşte İspanya'ya transfer olan Türk futbolculardan bazıları,


  • Nihat KAHVECİ - Real Sociedad, Villarreal CF
  • Arif ERDEM - Real Sociedad
  • Necati ATEŞ - Real Sociedad
  • Tayfun KORKUT - Real Sociedad
  • Mehmet TOPAL - Valencia CF
  • Arda TURAN Atlético Madrid, Barcelona
  • Enes ÜNAL - Villarreal, Real Valladolid
  • Okay YOKUŞLU - Celta Vigo
  • Emre ÇOLAK - Deportivo La Coruña

Burada ilginç bir detay var. Real Sociedad, bu zamana kadar kadrosunda en çok Türk oyuncu bulunduran takım. Kovacevic'li, Xabi Alonso'lu altın jenerasyonun da Nihat Kahveci de yer almıştı.
Ve bugün bile hala çoğu Sociedad taraftarı o günleri özlemle anıyor.

Türk oyuncuları İspanya futbolunda, kendilerine belirli ölçülerde yer edinmiş oldular.
Türkiye'ye birçok İspanyol futbolcu ayak bastı. Büyük bir heyecanla karşıladığımız İspanyollar, kısa süre sonra sessiz sedasız ülkemizden ayrıldılar.
İşte ligimize transfer olan bazı oyuncular;


  • Alvaro Negredo - Beşiktaş
  • Fabri - Beşiktaş
  • Guti - Beşiktaş
  • Juanfran - Beşiktaş
  • Albert Riera - Galatasaray
  • Josico - Fenerbahçe
  • Roberto Soldado - Fenerbahçe
  • Daniel Güiza - Fenerbahçe

Yukarıdaki listede en dikkat çeken isim Daniel Güiza olmuştur. Çünkü Güiza, Fenerbahçe'ye LaLiga gol kralı olarak transfer edilmişti. Bir önceki sezon 27 golle krallık tacını takan Güiza, Fenerbahçe döneminde saç baş yoldurmuştu. Attığı değil, atamadığı goller ile hatırlanmaya devam ediyor.
Yine aynı listede bulunan Riera'nın, Melo ile kavgası sonrası yüzündeki morluklarla maça çıkması, Fabri'nin D.Kiev maçında yediği gollerden sonra ağlaması gibi akıllarda kalan olaylar sonucu, iki takım taraftarları da bu futbolcuları " iyi insan " düşüncesiyle hatırlamalarını sağladı.

Lakin burda değinmek istediğim bir nokta daha var;
-Neden İspanyol oyuncularının büyük çoğunluğu bizim ülkemizde başarısız oldular veya başarısız göründüler?

Ben bunun sebebinin, ülkemizde henüz net bir oyun yapısının yani oyun planının oluşamamasına bağlıyorum. Oyuncularımız İspanya futbol iklimine uyum sağlamayı başarırken, İspanyol oyuncular alıştıkları oyun yapısını ülkemizde göremiyorlar. Ligimize transfer edilen birçok İspanyol, kısa süre sonra " Adiós Amigos! " diyerek veda ediyor.

Türk Futbolu, son dönemde yayın gelirlerini ciddi ölçüde arttırırken, rekabet dengesini de yükseltmeye çalışmakta. Göreve gelen her yeni yönetimin dilinden düşmeyen; " Altyapıya yatırım yapacağız... Önceliğimiz Altyapı! " sözleri, artık kulaklarımızı tırmalamaya başladı.

Sözde profesyonelliği bir kenara bırakarak, artık gerçekçi çözümler bulmamız gerektiği düşüncesindeyim. Çünkü biliyorum ki, bizim ülkemizde de Johan Cruyfflar, Guardiolalar var. Ama biz, " Guardiola gibi olmalıyım " diye düşünerek kaybediyoruz. Guardiola gibi düşünmek varken, neden " Hayır ben Guardiola olacağım! " diyoruz ki?

Cruyff, Hollanda'da öğrendiği Total Futbol'u İspanya halkının dinamiklerine uygun şekilde uygularken, bizler, her yeni gelen yönetim ile yeni bir denize yelken açıyoruz. Artık kendi denizimizde yaşamamız gerektiğini düşünüyorum...

Futbolumuzda, Barbaros Hayrettin Paşa'nın gemisine binen çok Türk oldu. Bundan sonra yapmamız gereken ilk iş, kendimize Ulusal bir futbol sistemi inşaa ederken, Türk futbolcularını başka limanlara yolcu etmek... Avrupa'dan ithal etmek yerine yetiştirip, ihraç etme yoluna gitmek.

İspanya'ya az ve öz sayıda yolcu ettiğimiz Türk futbolcularının sayısını daha da arttırmalıyız. Tıpkı Osmanlı yıllarında olduğu gibi " Şu Çılgın Türkler " Avrupa'yı yeniden feth etmeye çıkmalı. O günlere kadar görüşmek üzere...
NOT: Son bölümde anlattığım, " Türk futbolcuları, Avrupa'yı tekrardan feth etmeye çıkmalı! " sözlerim için kimse ümitsizliğe kapılmasın. Bir gün bu sistem kurulacak ve ülkemiz futbolu daha iyi şartlarda yarışmalara katılacaktır.

Hep söylerim;
" Bir gün, takım elbiseli, karizmatik bir adam gelecek ve Türk Futbolu'nu baştan yaratacak! "

Görüşmek üzere! :)

Milli Takım ve Jenerasyon Problemi


A Milli Takım, bu hafta çok önemli 2 maç oynayacak.Arnavutluk ve Moldova maçları gruptaki yol haritamızı önemli ölçüde belirleyecek.
Temennimiz, iki maçı da kayıpsız geçerek gruba iddialı bir başlangıç yapmak...
Nasıl ki, 4 büyükler için şampiyonluğun şifreleri, Anadolu takımlarıyla yapılan maçlar olduğu gibi, A Milliler için de aynı kural geçerli.Bunu söylerken, grubumuzda son Dünya şampiyonu Fransa ve futbol yıldızımızın bir türlü barışamadığı İzlanda'nın da olduğunu unutmayalım.

Milli Takım'da kısa bir süre önce Lucescu'nun yerine Şenol Güneş göreve getirilmişti.

-Peki, Milli takım Lucescu döneminde ne yaptı?
Lucescu döneminde, sonuçlardan daha çok "Milli Takım gençleşti" ve "Genç Jenerasyon" gibi sesler yükselmişti.Aslında bu yazının da temel konularından birisi Milli takımda oluşturulmak istenen "Jenerasyon"

Milli takımın 2002 Dünya Kupası'nda 3.lüğü elde etmesinin en büyük sebebi yakalanan jenerasyon adı altında anlatılır.Galatasaray'ın UEFA Kupası'nı kazanan kadrosunun 2002'de ki Milli takımın iskeletini oluşturması bunun en net sebebi.Çünkü bir arada oynama alışkanlığı olan futbolcuların, başarılı olmak için önemli bir avantajları olduğu çok açık.
Aslında bu jenerasyonun oluşturulduğu ilk turnuva 1993 Akdeniz oyunlarıydı.Bu turnuvaya Fatih Terim önderliğinde katılan U17 Milli takımımız, finalde Zidane'lı Fransa'yı yenerek şampiyonluğa ulaşmıştı.O kadronun önde gelen isimleri Sergen Yalçın,Bülent Korkmaz,Hakan Şükür gibi oyunculardı.
Tıpkı Lucescu'nun A Milli takımda oluşturmaya çalıştığı "Genç Milli Takım" mottosu gibi.Lakin ortada önemli bir fark vardı o da; Lucescu bunu A milli takımda yapmaya çalışırken yukarıda bahsettiğim kadro U17 Milli takımıyla oluşturulmuştu.Yani demem o ki, jenerasyon alt yaş gruplarında oluşturulur ve oynama alışkanlığı kazandırılarak bu gençler geleceğin A takım kadrosunu oluşturur.

A Milli Takımda Genç Jenerasyon
A Milli Takımda, Lucescu döneminde yaş ortalaması düşerken, alınan sonuçlar yüzleri güldürmedi."Kesinlikle gençleşeceğiz!" diye yola çıktık ve sonunda hüsrana uğradık.

Bana Sorarsanız,
Milli Takımda genç ve formda oyunculara elbette ki şans verilmelidir.Lakin "formda" kelimesinin tekrardan altını çizmekte fayda görüyorum.A Milli takımda yeni bir jenerasyonun oluşmasının çok zor olduğunu düşünüyorum.Çünkü birbiriyle oynama alışkanlığı olmayan futbolcuları senede 2-3 defa bir araya getirerek bunun yapılması çok zor.

Tekrardan söyleyelim ki;
Galatasaray, 2000'de UEFA'yı kazanırken, ilk 11'in çoğunluğu Türk oyunculardan oluşuyordu.Ve aynı oyuncular Milli takımlarda da beraber oynama şansına sahiplerdi.
Fakat şuan Milli Takımımız farklı takımlardan parça parça oyunculardan oluştuğu için beraber oynama alışkanlığı,uygulanmak istenen taktiksel anlayış,mantelite veya motivasyonun uygulanması işleri daha da zorlaştırıyor.

Benim fikrim,
A Milli Takım da yeni bir jenerasyon oluşturmaktan daha çok hemen performans alabileceğimiz oyuncuların yer almasıdır.Jenerasyon çalışmasının alt yaş gruplarından başlamasının taraftarıyım.Çünkü Milli takıma genç oyuncuları alacağız diye kendi kulüplerinde bile oynamayan  oyuncuları çağırıyoruz.Ve yine kaybeden biz oluyoruz.
Şenol Güneş, açıkladığı Milli Takım kadrosunda Emre Belözoğlu ve Burak Yılmaz gibi şuan formda olan oyunculara yer verdi.Bu bakış açısından dolayı kendisini tebrik ediyorum.
Şenol hocama yeni görevinde başarılar diliyorum.

Bu ülke güzel günleri görmeyi hak ediyor!
Görüşmek Üzere...


Yabanci Sinirlamasi-GUNCEL



Futbol gündemimizi yeni bir tartışma meşgul etmeye başladı.Tartışmanın kendisi uzun zamandır olsa da "Yabancı Sınırlaması" bugün yeni bir boyut kazandı.
En son uygulanmaya konulan kural üzerinden yorum yapmaya başlayalım.

Yabancı oyuncu sayısı son değişiklikten sonra tamamen serbest olmasa da Türk Futbol tarihindeki en yüksek sayıya ulaştı.

2015-2016 sezonu itibariyle uygulanmaya başlanan yabancı kuralına göre;
"Türkiye Süper Ligi ekipleri, 28 kişilik oyuncu kadrolarında 14 yabancı futbolcu bulundurabilecek.Kadrodaki 14 yabancı oyuncudan 11'i direkt olarak ilk 11'de başlayabilecek."
Bu uygulamaya "Yerli Oyuncu Teşvik Sistemi" adı verildi ve asıl amacın yerli statüsündeki oyuncuların sayısını arttırmak olduğu söylendi.Hatta TFF bunun için kulüplerin kadrolarındaki yerli oyuncu sayısı artsın diye prim dahi ödemeyi taahhüt etti.

Ama bizim futbol yöneticilerimiz bu kuralı da yanlış anladılar! Onlar "En fazla 14 yabancı oyuncu alabilirsiniz" maddesini "14 yabancı almak zorundayız!" diye okudular ve kendi seviyelerinden aşağı da olan birçok oyuncuyu transfer ettiler.Bunun en net örneği olarak Fenerbahçe'nin Michael Frey transferini söyleyebiliriz.
-Tabii, ortada yanlış anlaşılma mı var yoksa bir danışıklı dövüş mü orası bilinmez...

Ve yine uygulamaya koyulan yeni sistemden sonra Türk futbolcuların birçoğuna Avrupa yolu açıldı ve yüksek bedellerle transferleri gerçekleşti.Bunun en net örneğini Cenk Tosun'un Everton'a 22 milyon Euro'ya transferiyle gördük.
Kimilerine 14 yabancı oyuncunun, yerli futbolcuların değerini ve prestijini düşürdüğünü düşündürse de, veriler hiç de öyle gözükmüyor.Çağlar Söyüncü,Cengiz Ünder,Atınç Nukan,Enes Ünal gibi genç oyuncularımız bu dönemde Avrupa'ya transfer oldular.

Ve belli ki yine birileri bu durumdan rahatsız oldular! Paralar ceplere tamamıyla dolmamış olacak ki, yine "Yerli futbolcular oynasın!" türküsü söylenilmeye başlandı.Belli ki TFF bu tartışmalardan sonra futbol kamuoyunun nabzını ölçmek için "Yeni Yabancı Kuralı" adıyla bir haber sızdırdı.Ve hemen 6+2+2 sistemi konuşulmaya başlandı.
-Peki nedir bu 6+2+2 kuralı?
Bu kurala göre kulüpler toplamda 10 oyuncu transfer etme hakkına sahipken, bunların 6'sını ilk 11'de, 2'sini kulübe de, 2'sini de tribünde oturtacak.
Zaten tribünde oyuncu oturtmayı hiç bir zaman anlamadım da, Neyse!

Bu tartışmalar uzunca sürecek gibi.Belki de uygulanmaya başlanılacak ama bir süre sonra da başka bir sistem önerilecek...

Bana sorarsanız;
Futbolcunun yerlisi yabancısı olmaz.Sahada pasaport değil, oyunun gerekliliklerini daha iyi yapabilen oynar.Madem öyle benimde önerim şudur;
-Yabancı sınırını kaldıralım, sayı serbest olsun.Lakin nitelikli yabancı oyuncunun transfer edilmesine özen gösterelim.İngiltere'de uygulanan "Yabancı oyuncunun transfer edilebilmesi için kendi ülkesinin maçlarında belirli sayıda forma giymiş olması" şartının bir benzeri de bizim kuralımız olsun.Kaliteli yabancı oyuncular transfer edilerek, yerli oyuncularımızın da gelişimine fayda sağlansın...


                                                          Görüşmek Üzere...