Başkan Çayla Bizi!





"Efsane Milan kadrosunu say bakalım!"
Eskiden beri arkadaş sohbetlerinin gediklisi bir konu vardır. Futbol ile yatıp-kalkan her birimiz, bu " Futbol IQ " testinden başarıyla geçmişizdir. Ardından kendimizi " Futbol uleması " ilan ederken, bilmeyenlere "Cahiliye Döneminde Futbol" kitabını önerirdik...

Kimilerimiz, hazır-cevaplığıyla tanınan Nasreddin Hoca misali tek nefeste, kimimiz de hata payı olmasın diye, sanki kıraathanede ki batak eşine bakar gibi hayal eder, öyle sıralardı...
O sıralar Winning Eleven ve Football Manager oyunlarıyla meşgul olan bendeniz, bu efsane kadroyu;
" Duvarlara yazıyorum ismini,
Aynalarda görüyorum hep seni " şarkısını mırıldanarak sayıyordum. (Ceyhanlı Ferit Abiye selam olsun)
Peki, kıraathanedeki arkadaş muhabbetlerinde bile adı geçen, bu efsane kadronun hikayesi neydi?

Nasreddin Hoca ve bilgenin yarıştığı fıkrayı bilirsiniz. Bilge, kendini üstün göstermek için çabalar, ama bizim hoca tongaya düşmez. Cevaplarıyla bilgeyi dumura uğratır, saç baş yoldurur, makarasını yapar.
Şimdi bende bir Nasreddin Hoca misali ufak bir fıkra anlatacağım. Umarım sizde o fıkradaki köylüler gibi "vay bee ne zeki çocuk" gözüyle bakarsınız bana...

Milan efsane kadrosunu kurduğunda, o zamanlar "papaz" kelimesini sadece hristiyanlık ile alakadar zannederdik.
Zaten Hristiyanlık ile ilgili de bildiğimiz tek şey; Haçlı Seferleriydi...
Zaman geçip ve bu işler ile biraz haşır neşir olunca, " Papazın sadece kilise de değil, futbol takımlarında da " olduğunu öğrendik.(Hayat Bilgisi Afet Hoca)
Yine o sıralar Milan'ın başına geçen Fatih Terim, takım ile çeşitli problemler yaşayınca Milan'ın bizce "Papazlarını" onlarca "Beyefendilerini" tanımış olduk. Şimdi bu beyefendiler konusuna çok girmeden, Milan'ın bu efsane kadrosunun önemli sırlarından birini anlatayım.

Milan'ın o yıllarda bu kadar başarılı olmasının sebeplerinden en önemlisi, kadrosundaki yıldızlarının tabii ki de kaliteli olması. Bireysel olarak bakıldığında da, her biri o dönemde kendi ülkelerinin o mevkideki tartışmasız en önemli oyuncusu olması. Örneğin Dida, Brezilya Milli Takımının dünya kupaları kazanmış, değişmez kalecisiydi. Ya da büyük kaptan Maldini.
Veya İnzaghi...
Hani bir zamanlar tüm ülkenin " Ulan bu İnzaghi de tam beleşçi topçu" yakıştırmasında bulunduğu İnzaghi...
Tabii biz o zamanlar nereden bilebilirdik ki, futbolun birer pozisyon oyunu olduğunu...
Bir forvet oyuncusunun bitiriciliği kadar, doğru zamanda - doğru yerde bulunmasının aslında en önemli mahareti olduğunu...

Sonraları birileri gelip, "Timing" diye bir kelime kullanmaya başladı. " Bu ne be kardeşim Kadıköy'de futbol muhabbeti mi yapıyorsun " diyemedik tabii...
Futbol endüstrisi, Erol Taş bakışıyla yeni bir dönemi işaret ediyordu. Bu yeni dönemde futbol literatürü tümüyle değişecek, kıraathane sohbetleri eskiyecekti.
Artık yeni mekan, " Tutunamayanlar " dizisindeki " Kitap Cafe "olacaktı. Ben Franz Kafka olacaktım, sen de Dostoyevski... (tartowski,nuri bilge ceylan,zeki demirkubuz,akino kurasova bu aralar favori yönetmenler)
Artık Kitap Cafe'lerde sohbet değişecek ve ,
" Sağdan bi orta açtılar işte, Shevchenko koydu kafayı hoopp köşede..."
yerine,
" Kaka birçok defa kanatlara giderek top aldı. Böylelikle orta alandan gelecek arkadaşlarına da boş alan yaratmış oldu. Ve çalışılmış bir organizasyon sonucunda ön direkteki Shevchenko, kalecinin dezavantajlı olduğu soluna doğru vuruşunu yaptı. " olacaktı.
Ama bizler için önemli olan Shevchenko'nun golü atmış olmasıydı. Sonuç odaklı futbol, -sistematik sistemsizlik- ile suçladığımız ülkemiz futbolunun en büyük sistemiydi...
Ee sonuçta yine atalarımız demişti, "Haticeye değil neticeye"

Bu arada hazır Shevchenko'nun adını geçirmişken, bir zamanlar Trabzonspor'un kapısından döndüğünü bilir misiniz?
Hani yıllardan beri ülkemize bir türlü getiremediğimiz futbolcular var ya, bir de kapımızdan dönen oyuncular var işte...
Alın size bir kıraathane muhabbeti daha, Kaka'nın ismi beğenilmediği için Gaziantepspor'un kapısından döndüğünü,
Ronaldinho'nun çirkin denilerek transfer edilmediğini...
Sonra o " çirkin "  denilen adamın oynadığı futbol ile dünyanın en yakışıklı adamı olduğunu...
Ve daha nice hikayeleri...

Geçenlerde, Önder Özen'in Beşiktaş Futbol direktörü olduğu günler ile ilgili bir yazı yazacaktım. Bilgilerimi tazelemek veya yeni bir şeyler öğrenmek için geçmiş haberlere bakmaya başladım. Önder Özen'in, "Milan Laboratuvarı" hakkında konuşmasını izledim. Fazlasıyla ilgimi çekti. Ve bu konuyu biraz araştırdım.
Bu arada, Önder Özen'in Beşiktaş günleri ile ilgili yazdığım yazıyı kısa süre içinde paylaşacağım. Acaba başlığı ne olsa diye bir girdaba düştüm. Sonra bir arkadaşım (kesinlikle kahvehaneden biri değil) "Özen'ilen Günler" olsun dedi. Kendince kelime oyunu yapmak istedi, öyle olunca sanki daha bi okunası oluyormuş.
Eğer bir fikir ilk duyduğunuzda saçma geliyorsa emin olun sonra da saçmadır. Üzerine çok düşünmeyin. Düşünmeye devam ederseniz, saçmalık ortadan kalkacaktır. Emin olun.
Sen düşündün de ne oldu derseniz, yazının ismini; " Özen'ilen Günler " koydum...

Bu arada " Konu da baya dağıldı " demeyin, sohbet ediyoruz şurada.



Andrea Pirlo...
" Başbakan " lakaplı bir futbol dehası... 
Yıllanmış şarap gibi...
Genel kanıya göre futbolcuların 30'lu yaşlardan itibaren performanslarında bir düşüş meydana gelir. Absürt örnekleri bir kenara bırakırsak özünde, doğru sayılabilecek bir tez.
Yalnız Pirlo, yaşı ilerledikçe daha başka bir performans vermeye başladı. " Başbakan " lakabı da oradan gelir.
Takımın beyni, oyun aklı...
Ya da biz Türkler ne diyor " İlerleyen yaşına rağmen, Mmmm saha parselizasyonunu en iyi yapan isim "
Bu arada " Başbakan " lakabı aslında ilk Trabzonspor'lu Lemi'ye verilmiştir. (Öğrenince ufka açmayan şeyler)

O değilde ben en çok bu Seedorf'a takığım. " Abi Ronaldinho gelmiş takıma, yok illa 10 numara benim muhabbeti yapıyorsun "
" Sana da yakışıyor güzel abim ama bu " Joga Bonito " Ronaldinho çok başkaydı be..."
Bu arada bu forma numarasını verme olayını spor psikolojisi açısından da işleyebiliriz. Elbette ki bazı futbolcular takımlarına, kendi isimlerden daha büyük veya aynı seviyede isimler gelmesini istemeyebilir. Burada Sportif Direktörün, Antrenörün ve Kulüp Psikoloğunun, takım içi dengeleri doğru biçimde dizayn etmesi gerekir.  (Bill Beswick-Odak Noktamız Futbol)


Milan Laboratuvarı

2000'li yılların başlarında kurulan Milan Laboratuvarı, sporcuların sakatlıklardan korunması, beklenilenden daha erken sahalara dönebilmesi, gelişimleri, futbolculuk ömürlerinin daha da uzatılabilmesi adına birçok bilimsel araştırmalar ve çalışmalar yapmıştır. Kullanılan antrenman tekniklerinin uygunluğu, yeni antrenman tekniklerine uyum, sporcuların fizyolojik veya psikolojik seviyelerinin ölçülmesi, transfer edilmesi planlanan oyuncuların kapsamlı şekilde sağlık testlerinden geçmesi gibi birçok çalışmanın yer aldığı bir organizasyondur.

Sporcuların performansını en üst seviyeye çıkarabilmek adına yapılan çalışmalar, Milan Futbol takımı için karşılık bulmuştur. Çoğunluğu futbol hayatlarının son baharında olan bu " kaliteli ayaklar " yapılan çalışmalar sonucu başarıdan başarıya koşmuş, o yaşlar da olmalarına rağmen sakatlık riskleri önemli ölçüde azalmıştır.




Shevchenko'yu döndürmeyin...
Düşünsenize 2004 yılı " Dünya'da Yılın Futbolcusu " seçilmiş bir adam. Efsane kadronun, efsane isimlerinden...
Milan Laboratuvarı kurulduktan 6 ay kadar sonrası dizinden bir operasyon geçirdi. Tekrar sahalara döndü ve özellikle 03/04 sezonunda ortalığı kasıp kavurdu. Sonraki iki sezonda en üst seviyede performansını gösterdi.
05/06 sezonunun Mayıs ayında tekrardan diziyle alakalı ufak bir problem yaşadı. Kısa süreli olan bu probleme rağmen Milan kulübü 1 ay sonra Shevchenko'yu Chelsea'ye rekor bir bonservis ile sattı.( 43,88 Milyon Euro)
Chelsea'de 2 sezon kalan Sheva, beklentileri karşılayamadı, sonraki sezon Milan kiralama yolunu seçse de Shevchenko için üst düzeyde futbol oynama defteri artık kapanmıştı. Ardından ülkesine döndü ve kariyerini ülkesinde sonlandırdı.
Bu hikayeyi anlatmamın sebebi, iddialara göre Shevchenko'nun sakatlığı sonrası satılma kararı Milan Laboratuvarından çıkmıştı. Artık eski performansına ulaşamayacağı düşünülen Sheva, piyasası var iken, elden çıkarıldı. Tabii ben bunu iddia olarak lanse ediyorum, gerisi sizin takdiriniz...

Özetle, Milan kulübünün o yıllarda ortaya koyduğu vizyon, bir başarı hikayesinin temel taşlarını oluşturmuştur. Tabii ki de başarının tek anahtarı, laboratuvar kurmaktan geçmiyor. Ama merdivenleri çıkabilmek için de basamakları doğru dizayn etmek gerekiyor...

Bu organizasyonu Önder Özen'in bizzat kendisi anlatmıştı. Ben ondan öğrendim daha doğrusu. Önceleri bu konuyu ülkemizde dillendiren var ise, adını geçiremediğim için beni affetsin.

Birçoğumuz, Milan kadrosunun bu başarısını , " Adamlar yaşlı ama tecrübeli abijimm " diyerek konuya kilit vururken, " Spor Bilimi "  kelimesinden aslında ne kadar uzak olduğumuzu gözden kaçırdık. Bunun farkında olan bir Spor Bilimleri öğrencisi olarak söylüyorum. Hepimizin öğrenmesi gereken birçok şey var. Hala daha " Tecrübe " ile " Bilgi "yi birbirine karıştırmaya devam edersek, yolun sonu daima aynı olacak... Ve yerimizde saymaya devam edeceğiz...

Son olarak, kıraathanede futbol muhabbeti yapmayı sevenler var ise, bana ulaşabilir.
Merak etmeyin, çaylar benden...
(Kıraathaneden bir arkadaş)